esasen bilgisayar programcısı olmak isteğiyle ve ösym'nin her sene yaptığı değişikliklere maruz kalarak bilgisayar bilimleri bölümüne girdim. o hiç bitmeyeceğini sandığım okulun bitmesine ramak kalmasına rağmen bu hissi üzerimden atamazken gelmiş yaz ayları; yaz okulu taze bitmiş, tek ders sınavına kalmışım deli gibi çalışıp veritabanı üzerine aydınlanmış ve mezun olmuşum. istanbul'un yapışkan havasında bir tatil vs derken işe girme telaşına düştüm. eşek kadar olmama rağmen (27) şu güne kadar dişe dokunur bir şekilde hele ki bir iş yerinde bir gün bile tam mesai yapmadığım, hele ki mesleğimle ilgili okul dışında klavye tıkırdatmadığım, bir işte çalışan/çalışmış arkadaşlarım hep "dahi" ya da "inek" sıfatını da taşıdığından gözüm iyice korkmuş vaziyette. haliyle bu güvensizliği, tecrübesizliği en kolay şekliyle en az sorumlulukla atmak için kendime bir staj aramaya başladım ve çeşitli garip durumlar sonucunda "öğrenci olmayana staj yok, al sana yarı-zamanlı 'stajyer ünvanlı' iş"ime girdim 7. haftam dolmak üzere..
o korkunç duruşlu iş dünyası ve tecrübeli, her şeyi bilir görünen meslekdaşlar (ah pardon üstüm onlar) ilizyonu bana verilen ilk projeyi tamamlamamla beraber yavaş yavaş dağılmaya başladı.
okula girdiğim 2003 senesinden beridir çeşitli gnu/linux dağıtımlarını denemiş en sonunda debian'a aşık olarak onda karar kılmış ve o zamandan beridir üzerine gül koklamamış bana, "al sana sistem" diye windows xp verdiler.
görüntüyü masaüstü bilgisayarıma benzettim tamam ama her şeyin davranışı o kadar farklıydı ki kendimi uzaylı gibi hissetmeme (ve içimdeki anti-ms şeytanının bağırtılarına) rağmen alışmaya çalıştım. incelemem için verilen eski kodlardaki birbirinin kopyası alınarak çoğaltılmış dosyaları incelemek için bir diff komut aramam tabi ki nafileydi. bile bile lades bu oluyor herhalde, ben de her sabah şirkette bilgisayarı açarken içimdeki *nix kullanıcısını eve gidene kadar uyutuyorum.
bir yandan her yeni açtığım ie penceresinde çökecek mi acaba korkusu yaşarken (çünkü win nedense(!?) güncellenmiyor ve ie6'ya mahkumum, firefox kuramazmışız vs) bir yandan da ".net" öğrenmeye çalışarak geçti ilk üç günüm -ilk günüm aslında klasik bir ilk gün olarak hiçbir şeyle geçti de diyebiliriz her neyse- ve vb yazmaya başladıkça bu işin ne kadar kolay olduğunu, hiç de abartmamam gerektiğini ve okulda öğrendiğim "diller sadece araçtır" felsefesinin ne kadar doğru olduğunu gördüm. kısa bir sürede biten ilk projemle birlikte dikkat de çekmeye başladım.
bu arada meslektaşlarıma sürekli .net ve vb ile ilgili kitap/kaynak sormalarım hep "google var ne gerek var kitaba, kitaptan bir şey öğrenemezsin" cümlesi ile savuşturuldu, halbuki ne bilsinler java'yı da scheme'i de python'u da kitaptan öğrendim ve tanıdığım tabiri caizse "çizmiş" coderlar da hep bu yoldan gitmişler vaktiyle..
ve bugün daha önceden hazırlanmış bir sistemi yeniden yaratmak üzerine olan ikinci projemi de bitirmenin hazzıyla kendimle gururlanırken yazılımcı arkadaşlardan birinin "kodların üzerine adını yazıyorsun değil mi?" sorusu ile tam manasıyla exception fırlattım.. bir programcıya söylenebilecek en manasız şeylerden biri gibi gelmişti ve o noktada okulda "dayatılan" kodlama formatına teşekkür ettim. aynı kişi on sene sonra kodu kimin yazdığına bakmaktan bahsederken ben çoktan kodlarıma şirketler arası olası kod alışverişini düşünerek şirketin adını ay/yılı, ismimi yazmış hemde hem kendim için hem de benden sonra projeye el atılması gerekirse diye her metoda, gerekli değişkenlere notlar düşmüştüm.. bu garip muhabbete çaktırmadan sırıtırken ikinci projemin konusu eski kodların kalitesi sorunun kaynağına ışık tutuyordu.
iş hayatı çok mu korkutucu? hadi canım sen de.. (=
"Some say the tragedy of Delirium is her knowledge that,despite being older than suns, older than gods, she is forever the youngest of the Endless, who do not measure time as we measure time, or see the worlds through mortal eyes."
(The Sandman -IV- Season Of Mists by Neil Gaiman)
okul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
okul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
23 Aralık 2008 Salı
22 Haziran 2006 Perşembe
matris carpimi
bir önceki "blog" yazım "c, mpi, uykusuz geceler ve kundante!"de yazdığım üzere matris çarpımı ile karşınızdayım!
inceleyince yazarım demiştim, netekim inceledim ve nette bu konu üzerine adam akıllı bir c kodu olmadığına kanaat getirdim, en azından benim aradığım yerlerde yoktu..
peki neden matris çarpımı? çünküüü hocamız öyle istedi P=
üç ayrı proje verdi bizlere; ilki makinalara veriyi diziyi yatay bölerek, ikincisi dikey bölerek, üçüncüsü ise satranç tahtası gibi karelere bölerek dağıtıyordu.
matrisi carpımını java'dan c'ye çevirmek sorun olmadı da çift boyutlu dizilerin mpi'da node'lar arası aktarımına çok feci takıldık.
yılmadık aramaya inandık, google'in altını üstüne getirdik ve tutoriallar okuyup takıldığımız yerlerde sorup soruşturarak c'ye kendi çapımızda takla attırdık. burda en çok emek, sevgi ve desteği purgatory'den aldık, kendisinin herkese selamı var (=
ilk proje bitip de çarpımı doğru yapınca ağlamak istedim gerçekten.. emeğimizin sonucunu almıştık..
bir ara verip diğer iki projeyi de algoritmalara uygun hazırladık, hazırladık ki ne görelim ilk projede sorunsuz çalışan metodlar ikincisi için hata vermeye başlamıştı. bunun üzerine tekrar hummalı bir çalışmaya girdik ve sorunu her üç proje için de çözdük.
şu an gurur duyduğumuz 100'e 100 bir matrisi bir vektörle 1'i master 5 makina üzerinde paralel çarptıran 3 değişik kodumuz var (=
e şimdi bir sonuca bu konuyu bağlamazsam ayıp olur o zaman ne diyeyim kıssadan hisse
c'den korkmaya gerek yok, mpi'da cici bir şey, insanın yardımsever arkadaşlarının olması çok şahane bir şey..
bu zorlu kod seansında yardım ve bilgisini esirgemeyen purgatory'e, silent strom'a, serdar'a, huzursuz'a ve disq'e çok teşekkür ederiz.
inceleyince yazarım demiştim, netekim inceledim ve nette bu konu üzerine adam akıllı bir c kodu olmadığına kanaat getirdim, en azından benim aradığım yerlerde yoktu..
peki neden matris çarpımı? çünküüü hocamız öyle istedi P=
üç ayrı proje verdi bizlere; ilki makinalara veriyi diziyi yatay bölerek, ikincisi dikey bölerek, üçüncüsü ise satranç tahtası gibi karelere bölerek dağıtıyordu.
matrisi carpımını java'dan c'ye çevirmek sorun olmadı da çift boyutlu dizilerin mpi'da node'lar arası aktarımına çok feci takıldık.
yılmadık aramaya inandık, google'in altını üstüne getirdik ve tutoriallar okuyup takıldığımız yerlerde sorup soruşturarak c'ye kendi çapımızda takla attırdık. burda en çok emek, sevgi ve desteği purgatory'den aldık, kendisinin herkese selamı var (=
ilk proje bitip de çarpımı doğru yapınca ağlamak istedim gerçekten.. emeğimizin sonucunu almıştık..
bir ara verip diğer iki projeyi de algoritmalara uygun hazırladık, hazırladık ki ne görelim ilk projede sorunsuz çalışan metodlar ikincisi için hata vermeye başlamıştı. bunun üzerine tekrar hummalı bir çalışmaya girdik ve sorunu her üç proje için de çözdük.
şu an gurur duyduğumuz 100'e 100 bir matrisi bir vektörle 1'i master 5 makina üzerinde paralel çarptıran 3 değişik kodumuz var (=
e şimdi bir sonuca bu konuyu bağlamazsam ayıp olur o zaman ne diyeyim kıssadan hisse
c'den korkmaya gerek yok, mpi'da cici bir şey, insanın yardımsever arkadaşlarının olması çok şahane bir şey..
bu zorlu kod seansında yardım ve bilgisini esirgemeyen purgatory'e, silent strom'a, serdar'a, huzursuz'a ve disq'e çok teşekkür ederiz.
19 Haziran 2006 Pazartesi
c, mpi, uykusuz geceler ve kundante!
bir okul projesi tesliminin daha sabahı bugün!
açık kaynak ve özgür yazılım günlerinde takip ettiğim kadarıyla ilgimi çekmişti quantum, genetic, parallel computing konuları baktım comp474 diye bir ders var paralel programlama, hemen atladım üzerine.
ders c tabanlı çıktı tabii.. ilk başlarda c falan görmez teori üzerine gider -hyper cube falan- verinin iletilmesi vs gibi problemleri çözüp eğlenirken acı gerçek kendini gösterdi: bunları programlamak, ama c'de!!
fena olmadığını düşündüğüm bir java bilgim var (şimdilik elime gelen projelerin altından kalkabiliyorum en azından) ama c.. tek bildiğim onun java'yla benzerlik gösterdiği ve atası olduğu.. bir de tabii c++, c# var çocukları..
dersi almamda etken arkadaşım hakan'la kafa kafaya verdik yaparız yahu dedik.. netekim ilk projemiz olan matris çarpımı algoritma olarak gayet kolay görünüyordu.
ben de kolları sıvadım gerekli ve doğru olduğunu düşündüğüm mpi komutlarının arasına bir güzel java kodu yazdım -çok parlak bir fikirdi benim için. bunu
her neyse sonuç itibariyle bu algoritma iki boyutlu dizileri gerektirdiğinden -malumunuz benim sıfır, hakan'ınsa kısıtlı c bilgisi yetmedi bu projeyi hayata geçirmeye.
hocamız matris çarpımı üzerine nette c kodu bulabileceğimizi söylemişti. evet var gördüm ama henüz inceleme fırsatım olmadı. inceleyince buraya bir ek yaparım artık..
derken final günü geldi çattı, finalin ikinci kısmı "take home" şeklindeydi ve quicksort ya da mergesort algoritmalarından birini gerçeklememiz gerekiyordu.
son finalimin ardından çarşamba günü sıvadım kolları ve pazar sabahına doğru yoğunlaşan bir şekilde çalıştım. burda çalıştık desem daha doğru olacaktır.
artık bir noktada elimizdeki algoritmalar çalışmayıp, node'lar birbiriyle alışveriş yapmamakta diretince kundante'ye sardık kendimizi.
fairuz derin bulut'un muhteşem şahane şarkısını herkese tavsiye ediyorum özellikle kodculara.. terelelli anında bundan daha iyi tesir edecek bir şey bilmiyorum. mümkünse bir kaç kere dinleyin ve eşlik edin!!
ufak bir kundante seansından sonra gene verdik kendimizi kodlara. kah c allocation sorunları çıkarıyor, kah deadlock'a giriyorduk.
ezanla gelen sabah bize artık teslim saatinin yaklaştığını hatırlattı. her şeyi yapıp da kendi arasında bilgi alışverişi yapamayan node'lu kodumuza raporlarımızı hazırlayıp kendimiz sabah uykusunun boğucu kollarına attık.
bütün bu çalışma ve bu blog'un sonucu:
"c is for cookie that's good enough for me"
açık kaynak ve özgür yazılım günlerinde takip ettiğim kadarıyla ilgimi çekmişti quantum, genetic, parallel computing konuları baktım comp474 diye bir ders var paralel programlama, hemen atladım üzerine.
ders c tabanlı çıktı tabii.. ilk başlarda c falan görmez teori üzerine gider -hyper cube falan- verinin iletilmesi vs gibi problemleri çözüp eğlenirken acı gerçek kendini gösterdi: bunları programlamak, ama c'de!!
fena olmadığını düşündüğüm bir java bilgim var (şimdilik elime gelen projelerin altından kalkabiliyorum en azından) ama c.. tek bildiğim onun java'yla benzerlik gösterdiği ve atası olduğu.. bir de tabii c++, c# var çocukları..
dersi almamda etken arkadaşım hakan'la kafa kafaya verdik yaparız yahu dedik.. netekim ilk projemiz olan matris çarpımı algoritma olarak gayet kolay görünüyordu.
ben de kolları sıvadım gerekli ve doğru olduğunu düşündüğüm mpi komutlarının arasına bir güzel java kodu yazdım -çok parlak bir fikirdi benim için. bunu
her neyse sonuç itibariyle bu algoritma iki boyutlu dizileri gerektirdiğinden -malumunuz benim sıfır, hakan'ınsa kısıtlı c bilgisi yetmedi bu projeyi hayata geçirmeye.
hocamız matris çarpımı üzerine nette c kodu bulabileceğimizi söylemişti. evet var gördüm ama henüz inceleme fırsatım olmadı. inceleyince buraya bir ek yaparım artık..
derken final günü geldi çattı, finalin ikinci kısmı "take home" şeklindeydi ve quicksort ya da mergesort algoritmalarından birini gerçeklememiz gerekiyordu.
son finalimin ardından çarşamba günü sıvadım kolları ve pazar sabahına doğru yoğunlaşan bir şekilde çalıştım. burda çalıştık desem daha doğru olacaktır.
artık bir noktada elimizdeki algoritmalar çalışmayıp, node'lar birbiriyle alışveriş yapmamakta diretince kundante'ye sardık kendimizi.
fairuz derin bulut'un muhteşem şahane şarkısını herkese tavsiye ediyorum özellikle kodculara.. terelelli anında bundan daha iyi tesir edecek bir şey bilmiyorum. mümkünse bir kaç kere dinleyin ve eşlik edin!!
ufak bir kundante seansından sonra gene verdik kendimizi kodlara. kah c allocation sorunları çıkarıyor, kah deadlock'a giriyorduk.
ezanla gelen sabah bize artık teslim saatinin yaklaştığını hatırlattı. her şeyi yapıp da kendi arasında bilgi alışverişi yapamayan node'lu kodumuza raporlarımızı hazırlayıp kendimiz sabah uykusunun boğucu kollarına attık.
bütün bu çalışma ve bu blog'un sonucu:
"c is for cookie that's good enough for me"
14 Haziran 2006 Çarşamba
bilgisayar bilimleri..
sevgili tech günlük,
99 senesinde liseden mezun oldum. o zamanlar tek isteğim "taşkışla"da okumaktı.. ne de olsa "mimarlık taşkışla'da okunur".. ama ne oldu zaten mimarlığı kazanamadım, "şehir bölge planlama" gibi korkunç, ezik bir bölüme girdim. işte kendimiz avuttuk yok şehirciler yükselen değer vs diye..
şunu da belirtmeden geçemeyeceğim ki fen bölümü mezunu olarak gene bu alandan seçim yaptım.. yaptım da ayrılmaya karar verdiğim güne kadar (ki birazdan geleceğim o bölüme) bu fen bilgim ne işime yaradı? hiç..
geri dönecek olursak, ilk dönemlerdeki temel tasarım, proje dersleri falan eğlenceli geçti, çünkü ben teoriden çok elime somut bir şeyler gelmesinden hoşlanan bir insanım. mimarlık okumasam bile bu bölümü kotarabileceğimi düşündüm, ama neymiş bilimsel düşüncenin evrimsel tarihi falan gibi korkunç dersler bir yana, proje dersleri bile teoride kalır olmuş..
netekim 3. dönemde bir 200 kadar insanla beraber 2000 senesinde yürürlüğe giren ortalama tutturma kararnamesi bahane edilerek okuldan atıldım. (bu arada harcımı yatırmış olduğumu da belirtmek isterim, harçların son yatırılma tarihini müteakip atılma kararı duyuruldu çok eğlenceli değil mi? neyse konuyu dağıtmayalım ve geri dönelim)
bir dönemimi okul dışında türlü aylaklık vs ile geçirdikten sonra yeni dönemde tüm atılanlarla birlikte geri alındım (harç yanlarına kaldı tabi) işte o dönem okurken proje dersinde bana bir şeyler oldu. netekim bize proje alanı olarak vize -kıyıköy - saray bölgesi seçilmişti. burda arazi analizi yapıp uygun yere şimdi hatırlamadığım kadar kişilik konut bölgesi planlayacaktık.
arazi analizinden çıkan sonuca göre burda herhangi bir yerleşim yapılamazdı; bütün arazi akarsu, ormanlık alan ya da birinci ve ikinci (ama çoğunlukla birinci) dereceden tarım arazisiydi.
ormanlık alan ve akarsuların dışına bir yere yerleşimi planlamaya karar verdik haliyle, o kadar öğrencinin tekrar bir arazi çalışma yapması ve zaten fi tarihinden kalmış haritaları arşivlerden çıkarması o dersin hiç yapılamamasına doğru giderdi..
her neyse grupların yerleşim için seçtiği bölgeler üç aşağı beş yukarı aynı oldu, paftalar teslim edildi dönem bitti, bir sonraki dönem bu alanlara yerleşme işini yapacaktık, kişisel projeler tabii.. (bu atıldığım döneme denk geldiğinden bir sonraki sene o dersten kalanlarla birlikte bir avuç kişi olarak derse devam ettik) ben tabii günümüz insanına göre düşünüp akarsuya çok yakın olmasın gecekondulaşma olur, otobana yakın olmasın ses vs olur diye düşünürken ve tabii kaygılarımı hocama sunarken şöyle bir tepki aldım:"biz bunların olmayacağını varsayacağız, ütopik bir dünya olarak düşüneceğiz."
işte benim şalterin attığı ve koptuğum nokta bu oldu. ben bu okuldan mezun olup ya bir odaya kapanıp boyumca paftaları gazlı kalemlerle boyaya boyaya kafa bulacaktım (kokudan) ya da ütopik düşünüp "ben böyle şehircinin.." cümlelerinin gizli hedefi olacaktım.. eğer mezun olduğumda karşılaşacağım duruma hazırlamıyorsa beni bu okul benim okumamın ne anlamı vardı??
günlerle süren daralma, sinir bozukluğu ve bunalımın ardından konuyu aileme açtım ve okulu bırakıp tekrar başka bir okula girmeme destek oldular.. dersaneye yazıldım ve 2003 senesi kayıt döneminde bilgi üniversitesi'nin kapısının önünde elimde "bilgisayar bilimleri bölümü'ne girmeye hak kazanmıştır." belgesiyle dikiliyordum..
küçüklüğümden beridir bilgisayarları sevmiş, haşırneşir olmuş (amiga, dos, qbasic, win32..), 93 senesinde nete girmiş, türlü bilgisayarcı, programcı insanla tanışmış, ilgilenmekle ilgilenmemek arasında bir yerde duruyordum.
itiraf ediyorum sevgili günlük, çoğu ilgi alanım abiminkiyle çakışır. o benim "role model"ımdı. ama zaten bu ayrı bir tartışma konusu..
işte okulu bırakmaya karar verince durup bir baktım kendime, nerede durduğuma, arkadaşlarım, ilgilendiklerim, her şeyi göz önüne almam gerekiyordu.
ilgilendiğim her konudaki bölümlere üniversitelere girdim ders programlarına tanımlarına baktım. (astronomi, uzay-uçak, bilgisayar mühendisliği, vcd, genetik mühendisliği, konservatuar ve daha aklıma gelmeyen pek çok bölüm ilgimi çekiyordu.)
en son şuna kanaat getirdim; tasarımla alakalı olmalı, bilgisayarla alakalı olmalı ve elime somut bir şeyler geçmeliydi.
yalan söylemeyeceğim günlük; ilk düşüncem vcd oldu. araştırdım bakındım ön eleme sınavı, yetenek sınavı vs diyordu. dedim dalga mı geçiyorsun nerde bende o yetenek.. (zamanla vcd'cilerden çıkan işleri de pek beğenmez oldum o ayrı bir mesele)
bu ara mühendislik yapamayacağımı çünkü o ağır fizik, kimya ve matematiğin altından kalkamayacağıma da kanaat getirmiştim. programlama okuyacaktım ama 2 senelik okullara düz liseden mezunları almıyorlardı, 4 senelik programlama yoktu.
işte o noktada şu an ki bölümüm o zamanki ismiyle "bilgisayar bölümü" pırıl pırıl parlıyordu..
doğru dürüst ne olduğunu anlamadan daldım burslu burssuz olmak üzere bilgi üniversitesi bilgisayar bölümü diye doldurdum tercih formunu ve burssuz kazandım.
şimdi şu aşamada durmuş bakıyorum. 3. senem okulda, girdiğimden beri bir sürü şey değişti, tek bir şey dışında: bölümüme sevgim..
çok itici, gıcık ve anlaşamadığım bir sürü insanın dışında dünya tatlısı insanları da içinde barındıran, gelişime ve değişime açık, küçük ailem.
chris stephenson, mehmet gençer tüm çömlerin en çok gördüğü hocalar, ilk sınıf dersleri onlardan soruluyor. chris zaten bölüm başkanımız alpaslan parlakçı ile birlikte.
ve bu dönemden sonra bir daha göremeyeceğimiz (silahtarağa kampüsüne taşınmamızdan dolayı) sevgili bölüm odamızda matematikçilerle yanyana geçirdiğimiz ders araları, okulda emek emek harcanan saatler, hava almak için kışın soğuğunda kağı önü kaçamakları.. hepsini çok sevdim.
bu arada program yazmayı, javayı, networklerin nasıl çalıştığını, paralel programlamayı, açık kaynak ve özgür yazılımı, GNU'yu öğrendim, öğrenmedimse de fikrim oldu.. (=
açık kaynak günlerine, turing günlerine katıldım, fazlamesai'yi (ki zaten tanıyordum), lkd'yi tanıdım.
google diye bir sey varmış çok işe yararmış, firefox vazgeçilmezmiş, deneyimledim.
windows'un "kaka" olduğunu, gnu/linux'un "cici" olduğunu öğrendim.
debian kurdum, pardus kurdum -bir sürü başka sistem de kurdum ama onları sevmedim..
ve tüm bunların, 3 senenin sonunda hala bilgisayar bilimlerinin ne olduğuna, mezun olunca ne olacağıma verecek net bir cevabım yok.
okudum wiki'den, okulun sayfasından okudum, türkçe viki'ye şaşırdım ve..
ve inanmazsın günlük ama bir sonuca vardım.. -kişinin çelişkili beyanatlarda bulunduğu an-
bilgisayar bilimcinin amacı problem çözmek..
evet ben bu sonuca vardım. tasarım, programlama, bilgisayar bizler için sadece birer araç..
99 senesinde liseden mezun oldum. o zamanlar tek isteğim "taşkışla"da okumaktı.. ne de olsa "mimarlık taşkışla'da okunur".. ama ne oldu zaten mimarlığı kazanamadım, "şehir bölge planlama" gibi korkunç, ezik bir bölüme girdim. işte kendimiz avuttuk yok şehirciler yükselen değer vs diye..
şunu da belirtmeden geçemeyeceğim ki fen bölümü mezunu olarak gene bu alandan seçim yaptım.. yaptım da ayrılmaya karar verdiğim güne kadar (ki birazdan geleceğim o bölüme) bu fen bilgim ne işime yaradı? hiç..
geri dönecek olursak, ilk dönemlerdeki temel tasarım, proje dersleri falan eğlenceli geçti, çünkü ben teoriden çok elime somut bir şeyler gelmesinden hoşlanan bir insanım. mimarlık okumasam bile bu bölümü kotarabileceğimi düşündüm, ama neymiş bilimsel düşüncenin evrimsel tarihi falan gibi korkunç dersler bir yana, proje dersleri bile teoride kalır olmuş..
netekim 3. dönemde bir 200 kadar insanla beraber 2000 senesinde yürürlüğe giren ortalama tutturma kararnamesi bahane edilerek okuldan atıldım. (bu arada harcımı yatırmış olduğumu da belirtmek isterim, harçların son yatırılma tarihini müteakip atılma kararı duyuruldu çok eğlenceli değil mi? neyse konuyu dağıtmayalım ve geri dönelim)
bir dönemimi okul dışında türlü aylaklık vs ile geçirdikten sonra yeni dönemde tüm atılanlarla birlikte geri alındım (harç yanlarına kaldı tabi) işte o dönem okurken proje dersinde bana bir şeyler oldu. netekim bize proje alanı olarak vize -kıyıköy - saray bölgesi seçilmişti. burda arazi analizi yapıp uygun yere şimdi hatırlamadığım kadar kişilik konut bölgesi planlayacaktık.
arazi analizinden çıkan sonuca göre burda herhangi bir yerleşim yapılamazdı; bütün arazi akarsu, ormanlık alan ya da birinci ve ikinci (ama çoğunlukla birinci) dereceden tarım arazisiydi.
ormanlık alan ve akarsuların dışına bir yere yerleşimi planlamaya karar verdik haliyle, o kadar öğrencinin tekrar bir arazi çalışma yapması ve zaten fi tarihinden kalmış haritaları arşivlerden çıkarması o dersin hiç yapılamamasına doğru giderdi..
her neyse grupların yerleşim için seçtiği bölgeler üç aşağı beş yukarı aynı oldu, paftalar teslim edildi dönem bitti, bir sonraki dönem bu alanlara yerleşme işini yapacaktık, kişisel projeler tabii.. (bu atıldığım döneme denk geldiğinden bir sonraki sene o dersten kalanlarla birlikte bir avuç kişi olarak derse devam ettik) ben tabii günümüz insanına göre düşünüp akarsuya çok yakın olmasın gecekondulaşma olur, otobana yakın olmasın ses vs olur diye düşünürken ve tabii kaygılarımı hocama sunarken şöyle bir tepki aldım:"biz bunların olmayacağını varsayacağız, ütopik bir dünya olarak düşüneceğiz."
işte benim şalterin attığı ve koptuğum nokta bu oldu. ben bu okuldan mezun olup ya bir odaya kapanıp boyumca paftaları gazlı kalemlerle boyaya boyaya kafa bulacaktım (kokudan) ya da ütopik düşünüp "ben böyle şehircinin.." cümlelerinin gizli hedefi olacaktım.. eğer mezun olduğumda karşılaşacağım duruma hazırlamıyorsa beni bu okul benim okumamın ne anlamı vardı??
günlerle süren daralma, sinir bozukluğu ve bunalımın ardından konuyu aileme açtım ve okulu bırakıp tekrar başka bir okula girmeme destek oldular.. dersaneye yazıldım ve 2003 senesi kayıt döneminde bilgi üniversitesi'nin kapısının önünde elimde "bilgisayar bilimleri bölümü'ne girmeye hak kazanmıştır." belgesiyle dikiliyordum..
küçüklüğümden beridir bilgisayarları sevmiş, haşırneşir olmuş (amiga, dos, qbasic, win32..), 93 senesinde nete girmiş, türlü bilgisayarcı, programcı insanla tanışmış, ilgilenmekle ilgilenmemek arasında bir yerde duruyordum.
itiraf ediyorum sevgili günlük, çoğu ilgi alanım abiminkiyle çakışır. o benim "role model"ımdı. ama zaten bu ayrı bir tartışma konusu..
işte okulu bırakmaya karar verince durup bir baktım kendime, nerede durduğuma, arkadaşlarım, ilgilendiklerim, her şeyi göz önüne almam gerekiyordu.
ilgilendiğim her konudaki bölümlere üniversitelere girdim ders programlarına tanımlarına baktım. (astronomi, uzay-uçak, bilgisayar mühendisliği, vcd, genetik mühendisliği, konservatuar ve daha aklıma gelmeyen pek çok bölüm ilgimi çekiyordu.)
en son şuna kanaat getirdim; tasarımla alakalı olmalı, bilgisayarla alakalı olmalı ve elime somut bir şeyler geçmeliydi.
yalan söylemeyeceğim günlük; ilk düşüncem vcd oldu. araştırdım bakındım ön eleme sınavı, yetenek sınavı vs diyordu. dedim dalga mı geçiyorsun nerde bende o yetenek.. (zamanla vcd'cilerden çıkan işleri de pek beğenmez oldum o ayrı bir mesele)
bu ara mühendislik yapamayacağımı çünkü o ağır fizik, kimya ve matematiğin altından kalkamayacağıma da kanaat getirmiştim. programlama okuyacaktım ama 2 senelik okullara düz liseden mezunları almıyorlardı, 4 senelik programlama yoktu.
işte o noktada şu an ki bölümüm o zamanki ismiyle "bilgisayar bölümü" pırıl pırıl parlıyordu..
doğru dürüst ne olduğunu anlamadan daldım burslu burssuz olmak üzere bilgi üniversitesi bilgisayar bölümü diye doldurdum tercih formunu ve burssuz kazandım.
şimdi şu aşamada durmuş bakıyorum. 3. senem okulda, girdiğimden beri bir sürü şey değişti, tek bir şey dışında: bölümüme sevgim..
çok itici, gıcık ve anlaşamadığım bir sürü insanın dışında dünya tatlısı insanları da içinde barındıran, gelişime ve değişime açık, küçük ailem.
chris stephenson, mehmet gençer tüm çömlerin en çok gördüğü hocalar, ilk sınıf dersleri onlardan soruluyor. chris zaten bölüm başkanımız alpaslan parlakçı ile birlikte.
ve bu dönemden sonra bir daha göremeyeceğimiz (silahtarağa kampüsüne taşınmamızdan dolayı) sevgili bölüm odamızda matematikçilerle yanyana geçirdiğimiz ders araları, okulda emek emek harcanan saatler, hava almak için kışın soğuğunda kağı önü kaçamakları.. hepsini çok sevdim.
bu arada program yazmayı, javayı, networklerin nasıl çalıştığını, paralel programlamayı, açık kaynak ve özgür yazılımı, GNU'yu öğrendim, öğrenmedimse de fikrim oldu.. (=
açık kaynak günlerine, turing günlerine katıldım, fazlamesai'yi (ki zaten tanıyordum), lkd'yi tanıdım.
google diye bir sey varmış çok işe yararmış, firefox vazgeçilmezmiş, deneyimledim.
windows'un "kaka" olduğunu, gnu/linux'un "cici" olduğunu öğrendim.
debian kurdum, pardus kurdum -bir sürü başka sistem de kurdum ama onları sevmedim..
ve tüm bunların, 3 senenin sonunda hala bilgisayar bilimlerinin ne olduğuna, mezun olunca ne olacağıma verecek net bir cevabım yok.
okudum wiki'den, okulun sayfasından okudum, türkçe viki'ye şaşırdım ve..
ve inanmazsın günlük ama bir sonuca vardım.. -kişinin çelişkili beyanatlarda bulunduğu an-
bilgisayar bilimcinin amacı problem çözmek..
evet ben bu sonuca vardım. tasarım, programlama, bilgisayar bizler için sadece birer araç..
10 Haziran 2006 Cumartesi
binary exam
bizim okulda bu dönem aldığım comp 232 - data structures and algorithms dersine gelen yeni uygulama "binary exam"..
buna göre öğrenci iki saat süre içerisinde daha önceden belirtilmiş (dönem başı/ortası falandı sanırım hatırlamıyorum) algoritmalardan seçilmiş bir kısmı (ki bunların da hangileri olduğu belirtildi) içerisinden bir proje çekiyor ve onu koda dökmeye çalışıyor. Bazı gerekli yan sınıflar önceden tanımlanmış ve bilgisayarlarda hazır, internet bağlantısı yok.
süre bitiminde yazılan kod derlenmesi, verdiği hatalar ve verilen algoritmaya göre işleyişine bağlı olarak 1 veya 0 olarak notlandırılıyor.
burdan alınan not şu işleme giriyor:
binaryExamNotu * (finalNotu + vizeNotu + dönemBoyuncaKodlanmışAlgoritmalar)
yani öğrencinin geçip kalması bu nota bağlı.
peki gelelim bu sistem üzerine geyiklere (:
- bu sistemin gündeme gelmesinin temel amacı kodlama bilmeyenlerin geçmesinin engellenmesi. mantıklı ve amaca yönelik. öğrencinin kodlama becerisini ölçmek açısından öğretmenlere bir avantaj.
- kopya çekerek, kod bilmeden öğrenci bu sınavı geçemez, öğrenciye (öğrenci mantığıyla) dejavantaj. [deneyim bilgim ve çeşitli tepkilere bağlı olarak söylemek isterim ki öğrencinin kopya çekmesi ve geçmesi bu sınavda çok mümkün -gözlemle sabit]
- öğrenci bütün dönem boyunca verilen algoritmalar üzerinde çalışıp kendini programlama açısından geliştirebilecek -tabi bunun için hem boş vakti hem de disiplini olması gerekiyor.
- sınav odasının, algoritmaların ayarlanması zaman alıcı, ayrıca öğrenciler gruplar halinde alınmalı ve kopya engellenmeli -ek zaman ve çaba..
- şu an ikinci sınıf ikinci dönem dersinde ilk defa uygulanıyor olmasından ve şu aşamadaki bir öğrencinin geçip kalmasına direkt etkisinden dolayı tamamıyla saçma (=
buna göre öğrenci iki saat süre içerisinde daha önceden belirtilmiş (dönem başı/ortası falandı sanırım hatırlamıyorum) algoritmalardan seçilmiş bir kısmı (ki bunların da hangileri olduğu belirtildi) içerisinden bir proje çekiyor ve onu koda dökmeye çalışıyor. Bazı gerekli yan sınıflar önceden tanımlanmış ve bilgisayarlarda hazır, internet bağlantısı yok.
süre bitiminde yazılan kod derlenmesi, verdiği hatalar ve verilen algoritmaya göre işleyişine bağlı olarak 1 veya 0 olarak notlandırılıyor.
burdan alınan not şu işleme giriyor:
binaryExamNotu * (finalNotu + vizeNotu + dönemBoyuncaKodlanmışAlgoritmalar)
yani öğrencinin geçip kalması bu nota bağlı.
peki gelelim bu sistem üzerine geyiklere (:
- bu sistemin gündeme gelmesinin temel amacı kodlama bilmeyenlerin geçmesinin engellenmesi. mantıklı ve amaca yönelik. öğrencinin kodlama becerisini ölçmek açısından öğretmenlere bir avantaj.
- kopya çekerek, kod bilmeden öğrenci bu sınavı geçemez, öğrenciye (öğrenci mantığıyla) dejavantaj. [deneyim bilgim ve çeşitli tepkilere bağlı olarak söylemek isterim ki öğrencinin kopya çekmesi ve geçmesi bu sınavda çok mümkün -gözlemle sabit]
- öğrenci bütün dönem boyunca verilen algoritmalar üzerinde çalışıp kendini programlama açısından geliştirebilecek -tabi bunun için hem boş vakti hem de disiplini olması gerekiyor.
- sınav odasının, algoritmaların ayarlanması zaman alıcı, ayrıca öğrenciler gruplar halinde alınmalı ve kopya engellenmeli -ek zaman ve çaba..
- şu an ikinci sınıf ikinci dönem dersinde ilk defa uygulanıyor olmasından ve şu aşamadaki bir öğrencinin geçip kalmasına direkt etkisinden dolayı tamamıyla saçma (=
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)