bu senenin benim için heyecanla beklenen konserlerinden biri sabaton'du.
2016 senesi özellikle de sonu benim için hayatımın dönüm noktalarını peşpeşe yaşadığım bir dönemdi. ve o yaz rock off festivali oldu, hiç yapmadığım bir şey yapıp tek başıma konsere gitme cesaretini buldum ve megadeth aşkına kendimi park orman'a attım. park orman'a gittiğimde bir anda o kalabalıkta kendimi aşırı yalnız hissedip abimi aradığımı ve onun da geldiğini hatırlıyorum. sonra konserde yılların eskitemediği dostum sertaç'la karşılaşmamız, megadeth ile göbek atmamız falan ayrı bir efsaneydi. o konserde bir de daha önce hiç dinlemediğim fakat sahnedeki enerjilerine, sempatikliklerine hayran olduğum sabaton ile tanıştım. sabaton o yüzden benim için bugünkü hayatımın da başlangıcını simgeliyor.
her ne kadar 2017 senesinde geldiyseler de biletimiz olmasına rağmen şimdiki eşim o zamanki sevgilimin yaşadığı rahatsızlıktan (hiperakuzi) dolayı konsere gitmemeyi tercih etmiştik. şimdi 8 sene sonra gene bir sabaton konseri ve gene yaşadığı hiperakuzi atağı ise tuhaf bir tesadüf.
8 senedir gelmemiş olmalarına gönül koymak bir yana, sonunda geldiler ya şahsen ben çok sevindim. üstelik bu sene daha önce ülkemizi dirkschneider konseriyle şenlendiren udo'nun sahneye solo projesiyle misafir olması da geceye ayrı bir lezzet kattı. biz 45dk 1 saat bir performans beklerken 40 dk kalması üzdüyse de yalan dünya'dan açılay'ın deyimiyle "sesine sağlık". dirkschneider olarak izleyemediysem de u.d.o. olarak izlemek de keyifliydi. fight for the right memleketime çok uyabilecek bir şarkıydı, söylemesini isterdim ancak forever free ile idare ettik artık. (=  setlist'e buradan erişilebilir bu arada sahneye koşarak çıkıp enerji patlatan ve sempatiklikte sabaton üyeleri ile yarışan u.d.o.'nun gitaristi andrey smirnov'dan da bahsetmek gerekli. başından sonuna o 40 dakikanın her saniyesi kıpır kıpırdı, ya seyirciyle iletişim halindeydi ya da sahnede diğer grup arkadaşlarıyla bir şakalar bir komiklikler peşindeydi.

7 şarkının sonunda u.d.o. sahneye veda eder olmayan boşluklara insanlar girmeye çalışırken bir baktık ki ferah feza u.d.o.'yu izlediğimiz noktada bir anda uzun uzun insanların arkasında kalmışız. tabii ki bu şarkılara eşlik etme ve eğlenme azmimizden hiçbir şey alamadı.. banttan gelen march to war sonrasında ghost division'ın tüm gazıyla sahneye çıkan isveçli kardeşlerimiz power metal'in hakkını dibine kadar verdiler. 
setlistleri bence çok iyiydi, ha isterdim bir iki şarkı daha çalsınlar ama zaten favori şarkılarımın hepsini çaldıkları için bir şey de diyemiyorum (=
sabaton, biraz sahnedeki komiklikleri ile de biliniyor. birbirilerine takılmaları vs. hem komik hem sempatik hem metal daha ne olsun, yeme de yanında yat (çok seviyorum adamları öyle böyle değil lol) netekim bu konserde benim zorlu'ya diyecek tek şeyim gene fazla bilet satmış olmaları, onun dışında ışık ve ses çok iyiydi hem udo'da hem sabaton'da cayır cayır dinledik. bu sene gojira'dan beri konserlerin sesi bir kısık ama yine de joakim'in konuşmalarını açık net anlamış olmak bile bir şeydi diyorum (megadeth'te dave'i mesela neredeyse hiç anlamadık. tamam o da ağzının içine konuşuyor da adamın konuşmasını çözmeye alışmış bir kitle var bir yandan da bunu da göz önüne almak lazım) 
her neyse netice itibariyle tipik türk metal fanı gene ortalığı birbirine kattı, mekandan verimi alınca konsere odaklanabildi, grup coştu biz coştuk, joakim durup durup "bir pazartesi gününde bu coşku! hiç böyle bir şey görmedik tüylerim diken diken" minvalli konuştu. joakim'cim biz alıştık bu sene pazar, pazartesi, salı konserlerine. gecenin körü bu metropol numarası yapan, toplu taşıması biten, bir yerden bir yerine gitmenin eziyet demek olduğu bu çöplükte hayatta kalmanın ötesine geçip "yaşamaya" çalışmaya. konserler terapimiz bu "hayat" diye adlandırdığımız şeyde. tabii ki geldik, tabii ki coştuk. (=
bir noktada sahneye pespembe bir şey geldi, bu ne ki derken hello kitty gitarı olduğuna uyandık ve "can't a straight man have a pink guitar?" ile master of puppets'a girdik. burdan da bir "thumbs up" aldık joakim'den (= zaten gecenin pazartesi gecesi olması, tüylerin diken diken olması ile birlikte en çok tekrar eden şeylerden biri de bu çok iyi mimiği oldu.
herhalde gecenin en çok beklenen şarkılarından biri çanakkale savaşını konu edinen 
cliffs of gallipoli idi sanırım. öncesinde joakim, bazı şarkılar bazı ülkelerde özellikle daha çok dikkat çekiyor, dinleniyor, isteniyor. bu sıradaki şarkıyı da özellikle yeni zelanda, avustralya ve türkiye'de çalıyoruz dedi. burada atatürk ile ilgili de bir şeyler dedi ama atatürk adını duyan seyici öyle bir coştu ki ne dedi ben net duyamadım. evet, atamın adını duyunca coşuyoruz. ayrıca zıplamayan tayyipçi diyip açık hava, kapalı alan dinlemeden zıplıyoruz da. artık organizatörler de grupları önden uyarsın bunlar böyle böyle tezarühat yapıp zıplarsa üzerinize alınmayın diye lol
artık gecenin sonuna doğru yaklaştığımızın da göstergesi olan cliffs of gallipoli'den sonra joakim, normalde işte bu noktada sahne arkasına gitmemiz sizin bizi geri çağırmanız gerekir falan filan ama biz bunlarla vakit kaybetmek istemiyoruz size mümkün olduğu kadar çok şarkı çalmak istiyoruz gibi bir şeyler söyledi ve seyirciye ne şarkı istediklerini sordu. büyük çoğunluk "primo victoria" diye tezarühata durdu, e zaten setlist'in de o noktasına gelmiştik, biz de o kalabalıkta zaten darldığımız için iyice arkaya doğru kaçtık ve primo victoria, swedish pagans, zıplamayan tayyipçi ve to hell and back ile yeni bulduğumuz geniş alanın rahatlığı ile zıplaya zıplaya konseri bitirdik.
bu sefer dip notum metal seyircisine; arkadaşlar yakın mesafe kaçınılmaz, üst üste bindiriyorlar zaten bizi konserlerde, bir zahmet bi duşa girin, deodorant kullanın, konserden önce kebap, çiğ soğan falan yiyip gelmeyin bir gün baygınlık geçireceğim valla.. bu konuya gelmişken şu da şurda dursun:
 
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder